Türkiye’de istihbarat çalışmaları, yeni bir alan olarak gelişim gösteriyor. Bu alanda yüksek lisans ve doktora tezleri ve akademik makaleler üretiliyor. Ancak istihbaratın bir bilim disiplini mi yoksa bir meslek mi olduğu tartışmaları hem dünyada hem de ülkemizde yapılıyor. Bu tartışmada benim kişisel kanaatim, istihbaratın meslek ve bilim boyutunu birlikte barındırdığı yönünde… İstihbaratın zanaat kısmının, mesleki eğitim ve tecrübe ile öğrenildiği ve bilimsel çalışmaların konusu olmadığının söylenmesi gerekir. Bu bakımdan istihbarat mesleki bir bakıma örtük bilgidir ve bu mesleki eğitimden geçmeden ve saha da çalışmadan bu donanıma sahip olunamayacağı söylenebilir. Milli istihbarat teşkilatında idari personel, takip ve tahkikat personelleri, yardımcı personeller ve meslek memurları bulunmaktadır. Meslek memurları istihbarat toplayan, operasyon yapan ve eleman yöneten personeller olması bakımından istihbarat teşkilatlarının bel kemiği olduğu söylenmelidir. Bugün bu röportajda, istihbarat mesleğini icra etmiş ve onu tanıyanların duayen K/O, yani meslek memuru olarak adlandırdığı bir meslek ustası İbrahim Çevik’i takdim etmek istiyorum.İbrahim Çevik, Espiyonaj ve Kontr-Espiyonaj bölümlerinde ve bu bölümlerin uzantısı olan Terör, organize suç ve yıkıcı faaliyetler gibi bazı alanlarda da çalıştı. Bu konularda, Milli İstihbarat Teşkilatının yurt içi ve yurt dışı ünitelerinde meslek memuru olarak çalıştı. İbrahim Çevik’in; Kürt Sorunu mu yoksa Örtülü Operasyon mu ve Hasım İstihbarat ve Hibrit Savaş adlı yayımlanmış iki kitabı bulunuyor. İlk kitap, terörün kontr/espiyonaj yani hasım istihbarat teşkilatlarıyla bağlantısını ele alıyor ve bu Türkiye’de bu alanda yazılmış ilk kitap olma özelliği taşıyor. Hasım İstihbarat ve Hibrit Savaş ise ülkemizin hedef olduğu hibrit savaşın hangi konularda ve ne şekillerde yürütüldüğünü anlatıyor. Ayrıca çeşitli dergi ve internet sitelerinde makaleleri bulunmaktadır. Çevik, bütün bu yazdığı kitap ve makaleleri, 1970’lı yıllardan bu yana oluşturduğu kitaplığından, açık kaynak arşivinden, deneyim ve gözlemlerine dayanan bilgilerle yazdığını da belirtiyor. Sn. İbrahim Çevik ile tarihsel yönleri ile MİT içindeki hizipleşmeyi, PKK terör örgütünü, Açılım Sürecini, İstihbaratı ve istihbaratın toplama yöntemi olan HUMINT’İ ve ülkemizin şuan karşı karşıya olduğu tehditleri konuştuk.
CIA’de bile birbiri ile geçinemeyen ve bunu yabancılardan gizlemeyen gruplar var
Hasan Mesut Önder: Milli İstihbarat Teşkilatı içerisindeki klikleşmenin Sadi Kocaş ve Fuat Doğu Paşa ile birlikte başladığı, daha sonra Hiram Abas ve Nuri Gündeş arasında devam ettiği, 1990 lı yıllarda ise Şenkal Atasagun ve Mehmet Eymür arasında bir sürtüşmenin devam ettiği olduğu ileri sürülüyor. Kamuoyuna yansıyan MİT içindeki hizipleşmenin temel nedeni nedir? , Basına yansıyan MİT ile yansımayanlar arasında nasıl farklar var. Bu konu hakkında neler söylersiniz?
İbrahim Çevik: Fuat Doğu Paşanın müsteşarlığı, 12 Mart Muhtırasının öncesiyle ve sonrasıyla sancılı bir döneme rastlamıştır. Paşa’nın müsteşarlığı ordu içindeki darbecilere karşı koymakla geçmiş ve hatta o günleri yaşayanlar tarafından yayınlanan anılarda Muhsin Batur’a devlet erkânı içerisinde bulunduğu bir sırada cesurca uyarıda bulunduğu anlatılır.
İstihbaratçılık, doktorluk ya da en uç örneğiyle şoförlük gibi kuralları ve izlenecek yolu net bir şekilde belirlenmiş bir meslek değildir. Elbette bu hiç kuralı yok demek değildir. Çoğu olayların kendine özgü ve zaman zaman daha önce rastlanılmamış karakteri bulunur. Burada istihbaratçının mesleki bakış açısı birincil rol oynar. Diğer taraftan kişisel nedenlerle yüksek egolar da devreye girebilir. Sonuçta diğer mesleklerle karşılaştırıldığında olayların yüksek hızının ve verilecek kararın etkileme çapının genişliğinin yarattığı gerginliğin zorlayıcı boyutlarda olduğunu da düşünmek zorundayız.
Teşkilat dışarıya kapalı bir kurum olduğu için yapılan haberler ve yorumlar büyük ölçüde gerçeği yansıtmaz. Görme özürlülerin tuttukları yere göre fili tarif etmelerine benzetebiliriz. En baştan şunu kabul etmek gerekir ki yerli yabancı her kurumda karşılaşılabilecek durumlar doğal olarak teşkilatta da yaşanıyor. Anılarım arasında CIA’de bile birbiriyle geçinemeyen ve bunu bir yabancıdan gizleme gereği duymayan istihbaratçılarla karşılaştığım bulunuyor.
Bir dönem istihbarat meraklısı gazeteciler, teşkilatta şahinler ve güvercinler gruplaşması olduğunu, bir başka dönemde teşkilatın başında “ A takımının” bulunduğunu çok yazdılar. Hepsi gülünüp, geçilecek sanal değerlendirmeler. Teşkilatta dışarıdan bilinmeyen, zoraki reklamı yapılmayan ne A takımları var! Vitrine konulan A takımlarının teşkilatı nerelere götürdüğüne karşılık dışarıdan bilinmeyen, meçhul A takımlarının gösterdikleri serdengeçtilikler toplumun bilgisinden uzaktır.
MİT, Büyük Türk Milletinin Hizmetindeyiz Anlayışı ile Çalışır
Hasan Mesut Önder : Bazı haberlerde, MİT’in siyaset kurumu ile yeterince bilgi paylaşmadığı ve bilgi sakladığı, son dönemde ise MİT’in siyaset kurumuna çok yakın olduğu ve bu durumun istihbaratın siyasallaşmasına neden olduğunu savunuluyor. Bu bağlamda, görev yaptığınız süre içeresinde MİT ve siyaset kurumu arasındaki ilişkileri nasıl yorumlarsınız?
İbrahim Çevik: Bu bilgi yanlış. Rasim Cinisli’nin ‘Bir Devrin Hafızası’ kitabını henüz bitirdim. Yazar açık ve net anlatımıyla darbe dönemlerinde teşkilatın politik karar vericilere bulunduğu uyarılar anlatılıyor. Teşkilatın ağabeylerinden Osman Nuri Gündeş’in İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı kitabında da aynı konuya değiniliyor.
Teşkilat, olgunlaştırdığı her bilgiyi ilgili makama, kuruma hızlı bir şekilde ulaştırır. Bu, cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar düzeyinde olduğu kadar illerde de böyledir. Teşkilatın her biriminde kapıdan adım atan birinin gözüne büyük Türk, Atatürk’ün, “Biz büyük Türk Milleti’nin hizmetindeyiz” sözü çarpar. Dolayısıyla bilginin paylaşılmadığı, gizlendiği iddiaları, iddia sahibinin çıkıp kamunun önünde “yok öyle değil” savunması yapmayan teşkilata yönelttiği sorumluluktan kurtulma çabasıdır.
Asker müsteşarlar zamanında teşkilatın ordunun etkisi altında olduğu inancı hakimdi. Sivil ve teşkilat içinden çıkan müsteşarlar dönemi geldiğinde de iddianın hakim unsuru değişti. Köklü oluşu, ülkemiz ve çevresinin yarattığı istihbarat konuları nedeniyle teşkilatın çalışmasında etki sadece buralardan gelir. Ben şahsen dış makamlarla ilişkileri olan bir birimde bulunmadım. Bu nedenle siyaset-istihbarat ilişkisi konusunda sahip olduğum bilgiler bizzat bana ait değil. Görev yaptığım zamanlarda teşkilat içerisindeki kanıya göre, siyasetin çalışmaların geneline, tekrar ediyorum geneline, ulaşan bir etkisinden söz edilmezdi. Geçmişte kendisine teşkilattan sonra daha başka konumlar arayan tepe mensuplar olmuştur. Ancak sonuçları kendileriyle sınırlı kalmıştır.
Organize suç, Hasım İstihbarat Servisleri ile İlişkili ise MİT’in konusudur. Değilse bu Kolluğun Çalışma Alanına girer.
Hasan Mesut Önder: Basına yansıyan bilgilere bakıldığında MİT’in devlet mafya ve siyaset ilişkisinde dair iki MİT raporu hazırladığı ve bu raporlarda, devlet görevlileri , siyasetçiler ve mafya örgütleri arasında ilişki olduğu , Mafyanın güvenlik bürokratlarını ve siyasetçileri tesir altına aldığı vurgulanıyor. Mafya, devlete ve güvenlik bürokrasisine bu düzeyde nüfuz ederken, Milli istihbarat Teşkilatı bu hususta yetersiz mi kalıyor neden organize suç örgütleri kontrole alınamıyor. Organize suç ile mücadelede ne gibi eksikliklerimiz var ve nasıl mücadele edilmelidir?
İbrahim Çevik: Basın-yayın bu konuda fazlasıyla doyurucu ve ayrıntılı haberler yapıyor. Teşkilat bilgi derlemekle ve gerekli gördüğü durumlarda elindeki bilgileri ilgili dış makamlara iletmekle yükümlüdür. Bilgi doğrultusundaki yapılacak uygulamalar bilgiyi alan makamların işidir. Ancak burada özel bir durumdan söz etmek gerekiyor. Teşkilat kontr/espiyonaj çalışmalarında kolluğa verilen yetkilere sahiptir. Yani tutuklayabilir, adli süreci başlatabilir. Organize suç şebekelerinin hasım istihbaratla bağlantılarının bulunduğu vakalara rastlamak mümkündür. Bu da kontr/espiyonajın alanına girer. Bu çerçeve içerisinde yer alan organize suç faaliyetlerinde ancak kolluk gibi yetkilerini kullanabilir. Bunun dışında kalan istihbari konular teşkilatın çalışmalarında yer almaz.
Etnik Terörle, Sınır içinde Kalınarak Mücadele Edilemez
Hasan Mesut Önder: 1978’den bu yana bölücü Terör örgütü PKK ile mücadele ediyoruz. Bu 44 yıl boyunca terörle mücadelemizde devlet olarak nelerde hatalarımız var. Terörün kökünü kazımamamızda İstihbaratımızın eksiklikleri mi, yoksa politika hataları mı etkili oldu, ayrıca terör sorunu nasıl çözeriz, bu konuda neler söylersiniz?
İbrahim Çevik: Nedenleri çok olmakla birlikte biz öz olarak sıralayalım:
– Rus’un, Fransız’ın hatta Japon’un 18., 19. Yüzyıllarda Kürtçülüğü araştırmasına karşılık biz isyanlardan bile ders çıkarmadık ve ancak PKK’nın 1984’teki baskınıyla öğrendik.
– Kurumlar ve dolayısıyla politikacısı, bürokratı, kolluğu, istihbaratı, aydını vs tümü hazırlıksızdı.
-Terörü besleyen Suriye/Lübnan karşısında bile diplomatik yollarla çözüm sağlanabileceği saflığı hâkimdi. ASALA ve JCAG terörü bile yeterince güvenlik ve strateji yönüyle değerlendirilmedi.
-Terörün yüzyılın emperyalist politikalarına hizmet eden etnik anlayışın içeriği anlaşılamadı. Dolayısıyla üstün ateş gücü olan silahla bastırılabileceği yanılgısından kurtulamadık.
-Hükümetler dış politikada dirayetli olup, destekçi ülkeleri caydıramadı. Üstüne ödünler verildi.
-İç göçleri engellemek yerine teşvik edilmesi terörün bölge dışına taşırılmasına hizmet etti.
Etnik terör, sınırlar içerisinde kalınarak bertaraf edilemez. Uluslararası işbirliği şarttır. Destekçi ülkeler üzerinde özellikle kamuoyu baskısı yaratılmalıdır. Halkımız yanlış ve fısıltı bilgilerine teslim edilmeden güncel bilgilerle aydınlatılmalıdır. Politik bir sorun ve hedef haline dönüştürülmesine izin verilmemelidir. Ülkenin yargı ve mali düzeni işlevsel olmalıdır. Ekonomide tümüyle mümkün olmamakla birlikte ölçüler içinde kayıt dışına göz yumulmamalıdır. Kendi deneyimlerinden örnek vererek istihbarat desteği sorusuna cevap vereyim. Özellikle terör bölgesinde görev yapan tüm teşkilat mensupları –ki burada asker polis ve diğer tüm devlet memurları, ülkenin diğer bölgelerinde yaşanan her türlü konfordan, sosyallikten mahrum olarak başarılı ve etkili görev yaptı ve halen de yapıyorlar. Keza yurt dışında da durum çok farklı değil. Şundan eminim ki dünyanın hiçbir ülkesinde ideolojik-mezhep-etnik terör çeşitliliği bulunan terör örgütü bu kadar çok sayıda değildir. Yürütülen mücadelenin büyüklüğü buradan da anlaşılabilir. Sonucu hükümetlerin ve karar vericilerin tavrı belirler.
Yeri geldiği için çok kısa değineceğim; görüyorum ki devlet katında ve halk nazarında terör bitmiş gibi bir gevşeme bulunuyor. Oysa terör şimdi silahlı terör siyasi teröre eviriliyor ki tehdidin en ciddisi burada. Bunun anlamı terör devletleşiyor, dış ilişkileri, parası, ordusu, hukuku olan bir devlet halini alıyor. Suriye’de devletleşen terörün ayaklarını sağlam basmasından sonra Şanlı Urfa’da, Mardin’de, Diyarbakır’da referandum isteyip buraları ilhak etme planı gizli değil.
PKK ile görüşülmesine Karşı Çıkanlar MİT’ten Tasfiye Edildi
Hasan Mesut Önder: 1990lı yıllardan bu yana siyasi düzeyde ve bürokratik düzeyde, PKK ile görüşmeler oldu. 1990’lı yıllarda askerlerin, Brüksel’de PKK ile çeşitli temasları oldu.2000’lı yıllarda ise Emre Taner’in inisiyatifi ile başlayan bir görüşme süreci başlatıldı ve bu süre. 2013 yılına kadar devam etti. Siz bu konunun uzmanı olarak PKK ile görüşme sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz, istihbarat kurumları terör örgütleri ile müzakere etmesine nasıl bakıyorsunuz ayrıca terör örgütleri ile görüşme kanallarının açılması istihbarat örgütlerini nasıl etkiler?
İbrahim Çevik: Teşkilatın başında terör bölgesinde görev yapan personeli yerlere göklere sığdıramayan biri bu dönüşünü yine kendisinin ifadesiyle, “devlet görev verdi” diyerek açıklıyor. Bu sürece taraftar olup olmamalarının bir önemi yok. Herkesten çok bilenler olmalarına rağmen taraftar olsalar bile hepsi gayet iyi bilmektedir ki süreçle muhatap alınan görünüşte PKK olsa da gerçekte batının emperyalist hedefleri uğruna Türkiye’nin parçalanması peşinde olanlar perde gerisinde saklanmaktadır. Bunu herkesten çok iyi bilenlerin görev bilincinin farklı olması gerekmez miydi? Gazete kupüründeki “PKK Görüşmesine karşı olan MİT’çiler temizlendi” cümlesi gazeteye de, söyleyene de ait olsa önce o günlerde namlunun ucunda yaşayanların vicdanını incitir ve kader birliği yaptığı kimselerin kendilerini yolda bırakmasının kederini ve öfkesini taşır.
Sözde barış grubuyla kaçtığı yurt dışından Türkiye’ye dönenlerin arasında bulunan ve ele geçmeden önce halk arasında gizli faaliyet yürüten ERNK sorumlusunun, askerin şehit olması karşısında sevincinden davul çaldıracağını söylediğini kendileri de iyi bilirler. Bugün hiçbir şey değişmedi, barıştan anlaşılan budur.
Kolombiya’da FARC, İngiltere’de IRA veya Sri Lanka’da TAMIL örnekleriyle sürecin mantığı destekleniyor. Söz konusu örgütler, büyük güçlerin işbirliğiyle arkalarındaki desteğin kesilmesi üzerine silah bırakmak zorunda kaldılar. Aynı uluslararası büyük güçler PKK’ya desteklerini çektiler mi yoksa daha da mı genişletip, derinleştirdiler? Uzun söze gerek yok, sadece bu görülse yeter.
FETÖ’nün Kolluk İçerisindeki Mensupları ABD ‘den Teknik ve İstihbari Eğitim Aldı
Hasan Mesut Önder: MİT’in KCK içindeki elemanları Fetöcü polislerin marifeti ile afişe edildiği biliniyor. Bu süreçte, kolluk, profesyonel bir servis olan MİT’in faaliyetlerini nasıl baltalayabildi, faaliyetin güvenliğinde teknik bir aksaklık mı vardı da fetöcüler, haber ağını deşifre edebildi. Teknik olarak bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İbrahim Çevik: FETÖ, görevli olduğum dönemde kolluk içerisindeki örgütlenmesini tamamlamak üzereydi. Haliyle teşkilata yönelik hasım tutumunun bu dönemde gerçekleştiğine ilişkin bir bilgim bulunmuyor. Herkes kadar açık kaynaklardan edindiğim bilgilere göre FETÖ’nün kolluk içerisindeki mensuplarının ABD’nin misyonlarıyla sıkı-fıkı ilişkileri olduğunu, bu ülkede istihbari ve teknik eğitim aldıklarını ve bundan sonra ele geçirdikleri devletin gizli bilgilerini ifşa ettiklerini öğreniyorum.
MİT, Kontr-Espiyonaj Alanında Sanıldığından Daha Güçlü
Hasan Mesut Önder: Türkiye’de yapılan Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının başlatılmasında dönemin CIA istasyon şefi olduğu ileri sürülen John Kunstadter’in etkili olduğu ileri sürülüyor. Bunun yanında dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un da Hilmi Özkök’e Ergenekon şemasını içeren bir MİT raporu gönderdiği biliniyor. Türkiye’de Ergenekon diye bir örgüt var mı, yok ise MİT, CIA’nın akıl hocalığını yaptığı bu tasfiye operasyonlarında Kontr-Espiyonaj açısından yetersiz mi kaldı, bu konuda neler söylersiniz?
İbrahim Çevik: Yukarılarda nelerin cereyan ettiğini bilmem mümkün değil. Daha önce de belirttiğim gibi dış makamlarla ilişkiler tamamıyla dışında olduğum bir konuydu. Yalnız şunu kesin bir kanıyla söyleyebilirim; teşkilat kontr/espiyonaj alanında sanıldığından çok daha güçlüdür. Devletin zirvesinin ille de ekonomik ilişkiler zarar görmesin kararlığında olduğu 1980’lerde bile cezaevlerinde komşu ülkelerin gizli servislerinin elemanlarının sayısı 100’lerle ölçülüyordu. Kaldı ki günümüzün olağanüstü imkânları sayesinde bu yeteneğin ulaştığı noktayı ben kestiremiyorum.
Yapay zekâ bile insan tarafından elde edilen istihbarat kalitesinde bir başarı elde edemez.
Hasan Mesut Önder: CIA başkanı John Deuch’un, insan istihbaratının spekülatif olduğunu, teknik istihbaratın ise bilimsel olduğunu, çünkü, insanın yanılabileceğini uyduların ve diğer teknik vasıtaların yanılma olasılığının az olduğunu belirttiği biliniyor. İyi bir istihbarat üretimi için hangi toplama yöntemlerinin tehditle ilgili yüksek çözünürlüklü resim sunabileceğini düşünüyorsunuz?
İbrahim Çevik: Bu söz gerçekten Amerikalı bir istihbaratçıya aitse benden önce kendi ülkesindeki meslektaşları yanıldığını söylemişlerdir. ABD donanmasına ait savaş gemilerine gerçekleştirilen patlayıcılı terör saldırılarında yaşadıkları can kaybına HUMINT kaynaklı bilgileri yeterince isabetle değerlendirememelerinin neden olduğu bilinmektedir. 11 Eylül İkiz Kule eylemcilerinin aylar süren hazırlıkları HUMINT kaynaklarıyla elde edilmiş ne yazık ki karargâhtaki değerlendirme yapanların yetersizliği nedeniyle önü alınamadı. Böyle bir haber HUMINT dışında hangi haber alma yoluyla elde edilebilir, düşünmek lazım. Yapay zekâ bile insan tarafından elde edilen istihbarat kalitesinde bir başarı elde edemez. Fotoğraflara, uydu görüntülerine yansıyan maddi emareler elbette çok net olarak elde edilebilir. Yetmez çünkü bir insanın ses tonundaki değişikliği, bakışlarındaki anlamı hiçbir teknik istihbarat yakalayıp, değerlendiremez.
Güven, sadelik, alçak gönüllülük ve dürüstlük elemanla kurulan ilişkinin temelini oluşturur.
Hasan Mesut Önder: John Deuch’un insan istihbaratının spekülatif olduğu ifadesinin gerçeklik payı olduğunu, kaynak yönetme sürecinde eleman ihanetlerinin olduğu, güvenilmez kaynaklarla çalışıldığı ve hatta elemanların içinde bulunduğu örgütün propagandası etkisinde kalarak verdiği bilgileri yorumlayarak sulandırdığı veya dezenformasyon yaptığını ileri süren uzmanlar var. Yüksel profilli bir kaynaktan etkili bir şekilde istifade edilebilmesi için eleman ve yöneticisi arasındaki ilişki nasıl olmalıdır?
İbrahim Çevik: İstihbarat sürecinin en ucundakiyle en son noktadaki unsurlar arasında kesintisiz yürüyen bir iletişimin bulunması zorunludur. Merkezi yönetim bir orkestra şefi gibi yönetmelidir. Ademi merkeziyet olmazsa olmazdır. Elemanın istihbaratın bir unsuru haline gelmesinden önce ve sonra yakından tanınması, olası değişiklikler ve nedenlerinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bilinmesi gerekir. İmkân ve yeteneklerinin nerelere ulaşacağı kesin hatlarıyla bilinmelidir. Elemanın istihbari çalışma sırasında intikal ettirdiği bir bilgi önceki bilgilerle uyumlu olmalıdır. Ulaşamayacağı bir bilgi intikal ettirmesi derhal uyarıcı olmalıdır. Bunun üzerine çıkan veya altında kalan bilgi derlemesi, elemanı sevk ve idare eden için sahadakiyle, masadakiyle ve merkezdekiyle tüm silsilede sarı ışığı yakmalıdır. Sahadaki istihbaratçının raporlarında hiçbir noktayı, ani bir duygu geçişini bile atlamaması gerekir. Elemanın göreve alınışındaki güdüsü önemli bir belirleyicidir. Biyografisi güncel tutulmalıdır. Bu hususların gereğince yerine getirilmesi sonucunda John Deuch’a atfedilen iddianın hiçbir gerçek yönü olmadığı görülecektir.
Yüksek profil konumundaki elemanı sevk ve idare eden istihbaratçı, bilgi birikimiyle muhatabında bir değer uyandırmalıdır. Bizim karakterimiz mesleğimize de yansır ve elemanımıza yerine getiremeyeceğimiz vaatte bulunmaktan, yalan söylemekten ve güveni sarsacak tutum ve davranışlardan kaçınırız. Güven, sadelik, alçak gönüllülük ve dürüstlük ilişkinin temelini oluşturur.
Milli Güdünün Yamayacağı Şey Yoktur… Türkiye sevgisiyle dolu olanlar hainlerden çok daha fazla.
Hasan Mesut Önder: CIA, MI6, MOSSAD ve SVR‘nin insan istihbaratı kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda hangi servislerin, insan unsurundan etkili şekilde yararlandığını düşünüyorsunuz, bu servislerin elemanlanma yol ve yöntemleri hakkında neler söylersiniz?
İbrahim Çevik: En doğru cevap için diğer gizli servisleri yakından tanımış olmak gerek. Bu kadar derin bir uzmanlığım bulunmuyor. Ben yine de elimden geldiğince cevap vereyim. Şunu iyi biliyorum ki MOSSAD, insanı konu alan bilim dallarından besleyerek HUMINT’i en etkili kullanan servis olsa gerek. MI6’in insan kaynaklarıyla ilgili girişimleri konusunda açık kaynaklardaki bilgilere bakıldığında HUMINT alanında eksikliklerini giderme çabasında olduğu düşünülebilir. Ruslar derinden giden ve ne zaman ortaya çıkacakları belli olmayan bir karaktere sahip. Sanıyorum HUMİNT çalışmalarında en çok başvurdukları yol baskı ve şiddet. Bu istihbarat dünyasında pek tercih edilmez. CIA, diyebilirim ki artık ipliği pazara çıkmış. Elbette küçümseme anlamında söylemiyorum ama Afganistan’da, Irak’ta HUMINT kaynaklarını kaderlerine terk etmesi nedeniyle artık kendisine yeni bir yol bulması gerekecek. Önceki gibi, dünyanın süper gücü olmanın, Amerikan pasaportu sağlama vaadiyle HUMINT yapmanın kolaylıklarını yitirdi. Bize gelince… Bu konuda diğerlerini kıskandıracak kadar şanslıyız. Dünyanın her yerine dağılmış ve ülkesiyle gönül bağını koparmamış çok insanımız var. Yeter ki güven içerisinde Türkiye’ye hizmet vereceğine inandırılsın ve güven verilsin. Milli güdünün yapamayacağı yoktur. Hiç ummadığım yerlerde, zamanlarda buna tanık oldum. Öyle ki anne ya da babanın bir başka ülkenin vatandaşı olmasının bile önemi yok. Türkiye sevgisiyle dolu olanlar hainlerden çok daha fazla. Gurur duyulan olaylar, üzüntü duyulanlardan çok yaşanır.
1980’lerde meslekteki büyüklerimiz bize mezhepçi, tarikatçı örgütler içinde Fetullahçılığın en ciddi tehdit olduğunu, bu konuya özellikle dikkat etmemiz gerektiği öğütlerlerdi.
Hasan Mesut Önder: Fetö terör örgütü, devlet içerisinde bu düzeyde yapılanırken, istihbarat kurumlarımızın yetersiz kaldığı, örgütlenmelerinin önünün alınamadığı ifade ediliyor. Bazı analizlerde ise istihbaratın karar vericilere sunulduğu ama politika yapıcıların önlem almadığı ifade ediliyor. 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili istihbarat başarısızlığı olduğunu savunanların olduğu gibi politika hatası olduğunu da savunanlar var. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan darbeyi eniştesinden öğrendiği ifade ettiği, istihbarat başarısızlığı ve politika başarısızlığını nasıl ayırt edeceğiz ayrıca bu değerlendirmeler hakkında neler söylersiniz?
İbrahim Çevik: Politika bana çok yabancı bir alan. Bu ülkenin sade bir vatandaşı olarak elbette ki kendime ait özel fikirlerim ve değerlendirmelerim var. Bunları mesleğim temelinde açıklamam yerinde olmayacaktır. Mesleğim açısından şu kadarını söyleyeyim… 1980’lerde meslekteki büyüklerimiz bize mezhepçi, tarikatçı örgütler içinde Fetullahçılığın en ciddi tehdit olduğunu, bu konuya özellikle dikkat etmemiz gerektiği öğütlerlerdi. Böyle yetiştik ve bu doğrultuda çalıştık. Beşeri zaaflarımızın bizi bunun dışında bir yola sokmasına hiçbir şekilde izin vermedik.
Dünyada bizim kadar hasım servislerle ve örgütlerle boğuşan ikinci bir ülkenin bulunduğunu sanmıyorum.
Hasan Mesut Önder: Türk akademisinden ve basınında sıklıkla Türkiye’nin casus cenneti olduğu, yabancı servislerin Türkiye’de adeta cirit attığı ve stajyer ajanların Türkiye’ye gönderildiği ifade ediliyor. Bu bakımdan biz kontr- espiyonaj açısından zayıf bir servis miyiz, neden elini kolunu sallayarak rahatça faaliyet yürüten yabancı casusları yakalayamıyoruz, bu konuda kamuoyuna ve kamuoyundan yapılan bu değerlendirmeler hakkında neler söylersiniz?
İbrahim Çevik: Tabii ki Türkiye casus cenneti. Böylesine önemli bir ülkeyi kim görmemezlikten gelebilir. Arjantin’deki diaspora Ermenileri bile aleyhimizde medya-sosyal casusluk peşinde. Çok olağan onlar casusluk yapacak, teşkilat foyalarını ortaya çıkaracak. İkinci Dünya Savaşı’nda Ankara ve İstanbul, dünya çapında casus merkeziydi. Doğu’da Rusların saldırış operasyonlarının arkası kesilmiyordu. Ama Milli Emniyet ve bağlısı Doğu Emniyeti hepsini titretiyordu. Teşkilat böyle bir kökten geliyor. Bir farkla bugün artık deşifre edilen gizli/örtülü faaliyetin unsurları kamuoyuna her zaman açıklanmıyor. Bunun nedeni de artık birçok ülkede teşkilatın yürüttüğü operasyonel çalışmaların bulunmasıdır. Medyatik olma girişimi ilgili ülkelerdeki çalışmaları olumsuz etkileyebilir. Kamuoyuna açıklanan casusluk olaylarındaysa artık bir sakınca görülmemektedir. Ben şahsen dünyada bizim kadar hasım servislerle ve örgütlerle boğuşan ikinci bir ülkenin bulunduğunu sanmıyorum. Aynı durum kolluğumuz için de geçerli. Nasıl ki TSK terörle mücadelede edindiği deneyim bakımından saygın bir kurumsa, teşkilat da aynı konumdadır.
Ülkemiz Hibrit Savaşın Hedefinde Buluyor
Hasan Mesut Önder: İstihbarat ve güvenlik konularına yıllarını vermiş bir uzman olarak Türkiye’nin bu dönemde karşı karşıya olduğu güvenlik tehditleri hakkında neler söylersiniz?
İbrahim Çevik: Dünyanın en zengin enerji yataklarıyla nakil hatlarının bulunduğu, bu enerji yatakları ve nakil hatlarının dünyanın karar verici ülkelerini kendine çektiği bir bölgenin en önemli noktasında bulunan ülkemizin başından küresel/bölgesel çatışma ağrıları eksik olmayacaktır. Sonuçta istihbarat ve diplomasi savaşları hiç bitmeyecektir. Türkiye, egemen güçlerin taleplerini yerine getirmeye razı edilmeye, doğal olarak reddetme karşısında da boyun eğdirilmeye o da olmazsa dağıtılmaya çalışılıyor. Şu anda akla gelebilecek her alanda hibrit savaşın hedefiyiz. Milli gücün zayıflatılması için etnik, dini/mezhep, ideolojik bölücülük ve azınlık hareketleri devletler eliyle tahrik ediliyor. Deniz ve kara hudutlarını tıpkı Sevr’de olduğu gibi yeniden belirleyip, bu sınırlar içine hapsedilmeye ve dünyadan soyutlanmamıza çaba gösteriliyor. Alt başlıklarıyla ele alındığında çok daha uzayacak bu hasım çabalar, yapay ve yanıltıcı algılarla demokratik çalışmalar kılıfı içinde yürütülüyor. Üzücü bir durumla halkımız bu tehditlerin farkında olsa bile mücadelenin sadece devletin görevi olduğu yanılgısı içerisinde. Oysa sivil tepkinin yaratacağı etkinin karşısında hiçbir gücün duramayacağına şüphemiz yok. Toplumsal bilincin yükseltilmesi devletin olduğu kadar sivil oluşumların da görevidir.
Sn önder sizde söyleşi yaptığınız kişide sizin söyleşide belirtiğiniz rusya ve japonya kadar turkiyeyi ve 1925 2022 arasındaki turkiyeyi bilmediğinizi gördüm lütfen yazıyı birde siz tekrardan okumanızı tavsiye ediyorum
Sayın Yazar, söyleşinin en can alıcı sorusu: “Fetö terör örgütü, devlet içerisinde bu düzeyde yapılanırken, istihbarat kurumlarımızın yetersiz kaldığı, örgütlenmelerinin önünün alınamadığı ifade ediliyor. Bazı analizlerde ise istihbaratın karar vericilere sunulduğu ama politika yapıcıların önlem almadığı ifade ediliyor. 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili istihbarat başarısızlığı olduğunu savunanların olduğu gibi politika hatası olduğunu da savunanlar var. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan darbeyi eniştesinden öğrendiğini ifade ettiği, istihbarat başarısızlığı ve politika başarısızlığını nasıl ayırt edeceğiz ayrıca bu değerlendirmeler hakkında neler söylersiniz?”
El-Cevap: Kem küm… Nasıl bir istihbarattır ki gökteki yıldızları gözler lakin önündeki çukuru göremez, görmek istemez ya da şartları politikacıların kullanmasına uygun hale getirir. Bağlı bulunduğu başbakana haber verilmeyen\verilemeyen ve Cumhurbaşkanının eniştesinden alınan darbe istihbaratı… Teröristlerin inlerini; biri bizi gözetliyor (BBG) evi gibi biliyoruz diyen zihniyetle, teröristlerin ayakkabı numaralarını dahi biliyoruz diyen zihniyet aynı. Sadece kişiler ve zaman farklı. Peki, hatırlayalım lütfen PKK birçok ilde çukur kazarken, savcılara bile kimlik sorup yol keserken bunlar niçin zamanında önlen(e)medi? Yüzlerce vatan evladı (özellikle de polis özel harekât-Allah rahmet eylesin hepsine) şehit oldu? O bölgelere-şehirlere (Diyarbakır-Şırnak gibi) tanklarla girdik, tepelerden top atışı yaptık. Halktan birçok insan iki ateş arasında kaldı ve öldü. Bunun sorulması gerekmiyor mu? Soru ve sorgulamada biraz cesur olmak gerekmiyor mu? Yoksa siz de mi Silivri soğuk diyorsunuz? Selamlar…