Veysi Dündar yazdı: Kaymakçı Pando Usta Vefat Etti…

0

1998 yılında İstanbul’a yerleşmiş ve Beşiktaş çarşısına yakın bir dairede oturmaya başlamıştım. Her sabah işe giderken asık suratlı bir kahvaltıcının mavi tahta camekanının önünden geçerdim. Bir köy kahvaltıcısını, mahalle bakkalını andıran estetikte. Hiç dokunulmamış gibi bir dükkandı. Asırlık köy dükkanı…

Müşteriler dışarılara kadar taşar, kuyruk olurdu. Manda kaymağı, yoğurt, süt ve yumurta satılırdı. Bir de göçüp geldiği Bulgaristan’ın, Bulgar kahvaltısı da vazgeçilmezleri arasındaydı. İşte Kaymakçı Pando ya da Pando Usta, burayı eşi, kardeşi ve özürlü oğluyla işleten kişiydi.

Dükkana ilk girdiğimde, yepyeni bir hazine keşfetmiş gibi heyecanla ve mutlulukla dolup taşmıştım. Çok meşhur olmasına rağmen bir tabelası bile yoktu. Gerek duymuyordu. Bilmeyenlerin de kolayca bulduğu bir mekandı.

Tazecik kaymağın üzerine süzme bal akıtarak tazecik ekmeklerle servis ederdi. Küçücük dev bir lezzet mekanıydı. O doğallıkta lezzet kalmadı şimdilerde. Lezzeti kadar pahalıydı da, ama hakkıydı.


Oldukça asabi ve lafını esirgemeyen Pando Usta ve kendisi gibi asabi eşi devamlı tartışırlardı. Tezgahı dağıtıp birbirlerine girecekler sanırdınız o sinir harbiyle. Suratları hep ekşiydi. Hele gramaja ya da hesaba bir itiraz etseniz, pişman olurdunuz. Bu asık surat, gergin ortam ve cümbüşe rağmen, vazgeçilmezdi.

Bu kadar ilgi çekmesini Stockholm Sendromuna bağlayan, azar işittikçe “kaymak süper” demenin başka bir açıklaması olamaz, diyenler de vardı.

“Menünüz var mı?” diye soranlara “Ne yiyeceğini bilmiyorsan, neden geldin?” diyen bir işletmeciydi.

Özürlü oğlu arada bir görünür, kendi kendine konuşurdu. Özürlü olduğunu da sonradan öğrendim, esnafla pek diyalog kuran bir insandı.

İstanbul’un Arka Sokak Lezzetleri, İstanbulbites, İstanbul Life’ın hemen hemen her sayısında methini duyardınız. 1895 yılı yazardı tentesinde. 6-7 Eylül olaylarında tezgahı kırılmıştı anlattığına göre.

Çok muzip bir adamdı rahmetli, gelen müşterilerine genç olsun yaşlı olsun takılır, şakalar yapar, adamına göre muamele ederdi. Kimine huysuz ihtiyar olurdu. Kimine yirmisinde delikanlı.

Ne zaman ki iki baldırı çıplak ecnebi kızın ortasına girip şen şakrak pozlar vermeye başladı, o an anladım sütünün de pastörize olduğunu… suratsızlığın kitabını yazıp vitrine koyanlardandı kimi zaman… Bayılanlar vardı adamın bu asabi hallerine… Burayı lezzet için değil bir İstanbul Hatırası yaşamak için herkesin görmesini isterdim.

İstanbul’da az kalmış, insana eskinin kokularını getiren yerlerden biriydi burası…
Bu arada her şeyden öte zamanında Atatürk’le tanışmış biridir. Bir gün babasıyla Dolmabahçe Sarayı’na süt, kaymak götürdüklerinde Atatürk’ü görme imkanına erişmiş. Atatürk, Pando Amca’nın başını okşayarak ismini sormuş. Kısa bir sohbetleri olmuş. Özlemle, gururla ve gözleri dolu dolu anlatmıştı Pando Amca bu anısını.

Beşiktaş çarşı içindeki dükkanın hemen karşısında da bir o kadar meşhur Karadenizli Dönerci Abdullah Amcamız da vardı. Dün tekrar tattım bu vesileyle. Tadı hiç değişmez mi bu lezzetin?

Bu iki güzel ustadan, Pando Usta vefat etti. Neredeyse asırlık bu iki çınardan diğerine Allah, sağlıklı ve uzun bir ömür versin. Abdullah Usta’yı hala çalışırken görmek içimi bir hoş etti doğrusu. Sanki bu tip insanların ölmeye hakkı yokmuş, ölmemeleri gerekiyormuş hissi uyandı bende…

Oysa Ahmet Kaya’nın da dediği gibi; “Mican sen öleceksin. Tabuta gireceksin. Dokuz tahta altında, Ne cevap vereceksin?” mısraları ile, “Küllü nefsin zaikatül mevt/ Er ya da geç her nefis ölümü tadacaktır” ayeti çınladı kulaklarımda.

Velhasılı kelam; bir güzel insan daha göçtü bu diyardan.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz