Hollywood’a bir nefret, filmlere bir aşk mektubu: Babylon

0
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Whiplash ve La La Land gibi izleyici tarafından hem çok sevilen hem de bol ödüllü filmlerin genç ve gelecek vadeden yönetmeni Damien Chazelle 2023’ün ocak ayında yine müthiş iddialı bir filmle karşımıza çıkıyor, Babylon.

1920’lerin Los Angeles’ında geçen film, uyuşturucu, seks, müzik ve dansla kendinden geçmiş bir topluluğun çılgın partisine renk katması için sipariş edilen bir filin taşınması sahnesiyle start alıyor. Burada spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum. Filin alelade bir taşıma sahnesi bile izleyiciye öyle aksettiriliyor ki “Vay be! Bu neydi şimdi?” dedirtiyor.  

Filmin ilk on beş dakikası için kullanılan sahneler öylesine çarpıcı ve cüretkâr ki caz müziğinin o iç gıcıklayıcı tınısı kulaklarınızı okşarken, ıssız bir çöl gecesinde şehvetle kendinden geçmiş çıplak bedenlerin doldurduğu seks partisini saran ıslak ve sıcaklığı duyumsayıp adeta ortama yayılan kokain kokusunu dahi alabiliyorsunuz.

Sanırım yönetmen soğuk bir kış günü sıcacık koltuğuna kurulmuş uyuklayan izleyicisine öyle bir yumruk atmak istemiş olacak ki daha ilk metraj dönerken oturduğunuz yerde sizi sarsıp, şöyle bi’ kendinize getiriyor.

Hırslı, çılgın, baştan çıkarıcı, kokainman bir aktrist olan Nellie La Roy ( Margot Robbie) ünlü bir yıldız olma hayaliyle yanıp tutuşurken Meksika kökenli fakir bir işçi olan Manny Torres’le (Diego Calva) yolları kesişir. 

Sinema tarihinin sessiz çekildiği zamanlardan günümüze değin geçirdiği metamorfozu büyük bir çıplaklık ve sert bir özeleştiri ile izlediğimiz film boyunca o yıllarda ünlü bir aktör olan Jack Conrad’ın (Brad Pitt) da başından geçen olaylar ironik, çılgın ve espri dozu iyi ayarlanmış bir biçimde gözlerimizin önüne serilmeye başlar. 

Film kimi anlarda kafa karıştırıcı olsa da Margot Robbie’nin seksiliği ve güzelliğiyle perçinlenen cesur ve sempatik karakteri Brad Pitt’in dünyaca hemfikir olunan pürüzsüz yakışıklığı ve karizmasıyla buluşup işi son ana kadar layıkıyla kotarmaya yetiyor da artıyor bile.

Film boyunca romantik aşk şarkılarından hüzünlü caz ezgilerine, klasiklerden pentatonik vuruşlara kadar birbirinden enfes melodilerle bezeli geçireceğiniz üç saat boyunca, sektörde dönen dolapları, oynanan oyunları bizler seyre dalarken Hollywood’un emekçilerinin kan, ter ve gözyaşı ile döktükleri alın terinin ne anlama geldiğini daha iyi anlama fırsatı yakalıyoruz. 

Film, bir yandan camianın çarkına düşen insanlara ne tür bir muamele çektiğini, zulmünü, yozlaşmasını, ahlaksızlığını ortaya çıkarırken bir yandan da sinemanın ölümsüzlüğünü kutsamak arasında gidip gelir.

Sinemanın düşük bir sanat olmadığının defalarca altının çizildiği sözlere siz “basmakalıp” diyebilirsiniz ama benim inanmamam için hiçbir neden yok. Çünkü bana göre sinema hayatın parşömen kağıdına yansıyan birebir kopyası gibi. Gerçek, sarsıcı ve durmadan değişen yapısıyla her dakikası sürprizlere gebe beyaz perdenin… Tıpkı hayat gibi akışkan ve devinim içinde olan.

Nelly karakterinin bir piton yılanı ile olan tuhaf dansının ne mânâ olduğuna karar veremediğimi, Manny’nin uyuşturucu karteli ile olan timsahlı ve fareli oldukça ilginç bölümlerine “ne iğrençlikti ama” diye hayıflanmadan edemediğimi, sinemanın pandomimden sesli hale geçtiği evrelerdeki Brad Pitt’in muhteşem oyunculuğuna, senaryonun tatlılığı ve komikliğine kahkahalarla gülmemek için dişlerimi sıkmaktan öldüğümü söylemeden geçemeyeceğim.

Hiç şüphe yok ki filmdeki en dikkat çekici sahnelerden biri kendini bize özgürlükler dünyası diye kakalamaya çalışan Amerika’nın gerçek yüzünün gözler önünde serildiği siyahi caz müzisyeni Sidney Palmır’ı canlandıran Jovan Adepo’dan makyajla tenini daha da koyu yapmasının istenmiş olduğu sahneydi. Bu sahne insanın ilkelliğini ve endüstrinin çarpıklığını çok net olarak göstermesi açısından önemliydi.

Caz, seks partileri, kabare, alkol, uyuşturucu ve sinema dünyasının karanlık yüzünü kâh eğlenceli kâh iğneleyici bir şekilde izlediğimiz 189 dakika boyunca zaman zaman kafanız karışabilir, hop oturup hop kalkabilir ve gereksiz yere uzatılan bölümlere bir anlam vermeyerek ikilemde kalabilirsiniz. 

Sonuç olarak herkesin ve her şeyin bir dönemi var. Şan, şöhret, güç hepsi gelip geçici…

Yönetmeni Damien Chazelle’nin filmini tanımlarken ifade ettiği gibi bu film “Hollywood’a bir nefret mektubu, filmlere bir aşk mektubu” olarak uçlara savrulmuş bir biçimde hafızalarınızda yer edinebilir. 

Ancak yine de yüzünüze bir şamar gibi inen çılgın sahneler ve insanın kanını donduran şiddet armonisi içinde hipnotize olup bir uçtan bir uca savrulmak sonunda da upuzun bir videoyla destansı bir hayal âlemine dalmak istiyorsanız Babylon sinemalarda sizleri bekliyor.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz